bir-delinin-hatira-defterinden-notlar

BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ’NDEN NOTLAR

Uzun bir yolculuğun ardından, Bostancı Marmaray istasyonunda indim. Yeşilliklerle dolu, intizam içindeki sokakları yürüyerek eski Bostancı Lunaparkına ulaştım. Bostancı Gösteri Merkezi, lunaparka bitişik bir vaziyettedir. Salonun önündeki banka oturup oyunun saatini beklemeye başladım. Daha çok konser organizasyonlarına ev sahipliği yapan Bostancı Gösteri Merkezi’nde bu oyunun nasıl oynanacağını düşünürken zaman geçmiş, oyun saati gelmişti. Günler öncesinden tükenen biletler, salon girişinde uzunca bir kuyruğa sebep olmuştu.

“BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ’NDEN NOTLAR” okumaya devam et

POEM, POET VE POETİKA

Semt sokaklarının sıvası dökülmüş duvarlarına büyük harflerle “Şiir nedir?” yazmalıydık. Belki o zaman şiire bir tanım bulabilir, onu modernizmin popülarite pençesinden, gökdelenlerin tepesine çıkaranlar veya magmaya kadar gömenlerin elinden kurtarabilirdik.  Herkesin şair, alt alta her yazılanın da şiir olduğu bir ülkede henüz kitap kapaklarına yazacak bir tanım söyleyememiş olmamız utanç verici. Şiir tanımlamasına sahip olduktan sonra kaleme alana poet, onun üzerine düşünülmüş olan teorilere de poetika diyeceğiz, bunlar hazır. Ama şiir nedir?

“POEM, POET VE POETİKA” okumaya devam et

KIRILMANIN FELSEFESİ

Her şeyin felsefesi yazıldı çizildi. Tüm ikramlar sunuldu. Pay edildi. Hisseler kotarıldı. Elbet buna da sıra gelecekti. Gelmeliydi. Bir gece ansızın. Hassasiyetle ilgili bir söz var ki dilimizde sakız. Hangi sayfayı açarsanız açın, sizi ikna etmek için karşınızda beliriveriyor. Bulamadınız mı o sözü? Nasıl olur? Demek ki yeteri kadar hassas değilsiniz. O hâlde okuyun şimdi, yeterince hassasım. Bu söz kemik gibi benimle dolaşır: “Dünya hassas kalpler için bir cehennemdir. “ Goethe’ye ait bu söz, evet benim boynumda muska gibi dolaşır.

“KIRILMANIN FELSEFESİ” okumaya devam et

HAPİSHANENİN DOĞUŞU VE YILMAZ GÜNEY FİLMLERİNDE PANOPTİKON

Özet

Hapishanenin Doğuşu adlı kitap 1975 yılında Michel Foucault tarafından kaleme alınmıştır. Kitap genel hatlarıyla bizlere hapishane olgusunun neden var olduğu, insanları tımar etmenin neden gerektiği, cezalandırılma sisteminin geçmiş dönemlere kıyasla nasıl değiştiğini göstermektedir. Benim bu yazıda incelemeye çalışacağım şey ise Türk yönetmen Yılmaz Güney’in Duvar filminde Foucault’un hapishane algısına nasıl bir yorum getirdiği ve sistemi neler üzerinde eleştirmeye çalıştığının bir tespiti olacaktır.

 

“HAPİSHANENİN DOĞUŞU VE YILMAZ GÜNEY FİLMLERİNDE PANOPTİKON” okumaya devam et

BU OTOBÜS NEREYE GİDİYOR?

Otobüsün gözüme kâh sarı kâh kırmızı gözüken soluk ışığını seyrediyorum. Mavi yıpranmış kılıflı koltuklarını, parlak kaplaması yer yer soyulmuş metal tutunma direklerini, parlayan neredeyse fosforlu diyebileceğim dur düğmesini..Dışarıda sağanak bir yağmur var, Damlalar otobüs camlarını dövüyor. Başımı oraya yaslasam belki bana da sıçrayacak. Hava çoktan kararmış. Evlerin, dükkanların, sokak lambalarının ışıkları aydınlatıyor çevreyi. Arada korna sesleri duyuluyor, evine gitmeye çalışan insanların gürültüye dönüşen toplu adımları… Sonra şimşekler çakıyor. Aydınlanan havayı birkaç saniyeyle izleyen gök gürültüleri…

“BU OTOBÜS NEREYE GİDİYOR?” okumaya devam et

TAHTA VE “BU BİLGİ NE İŞİMİZE YARAYACAK?”

Her şey anneannemin bir sorusuyla başladı… Akvaryumdaki tahta parçasının üzerine taşları koyarken anneannem neden böyle yaptığımızı sordu. Bizimkiler, anneanneme tahtanın suda batmadığını, dipte durması için taşlarla baskı yapıldığını anlatırken ben kafamda bambaşka bir şeyle mücadele etmeye başlamıştım bile. 80 yaşındaki anneannem, yeni bir bilgi öğrenmiş ve bu bilgi onun hayatında hiçbir işe yaramayacaktı.

“TAHTA VE “BU BİLGİ NE İŞİMİZE YARAYACAK?”” okumaya devam et