BABAM, SOKRATES, DECİUS VE DİĞERLERİ

Kendimi bildim bileli kişilere takılıyorum. İnsan, benim hayatta geçemediğim bir eşik. Önümde duruyorlar, takılıyorum, düşünüyorum ve geçemiyorum.

Çocukken babamın suskunluğuna takılmıştım. Sorulara cevap vermemesini, konuşmalara kısa cevaplar vermesini bir türlü anlayamazdım. Sonra insanın yorulabileceğini, konuşmaya bile takati kalmayacağını anladım. Sonra farklı adamlar tanıdım, onlara takıldım. Antik Yunan’da bulunan yüzlerce tanrıya dönüp “Bu kadar tanrı fazla, Tek bir tanrı vardır” diyerek mitolojiyi yerle bir eden Sokrates’e takıldım. Sokrates’in kendine “at sineği” demesine tutuldum, geçemedim. Atların uyumaması için onları rahatsız ettiği gibi insanları rahatsız ettiğini söyleyen Sokrates, baldıranı içtiğinden beri atlar rahata kavuştu. Artık savaş meydanlarında atların nefesi vurmuyor düşmanların yüzüne. 

zafer yok, ölüm var

Bir kitapta okumuştum. Decius, “Tanrım, demek beni seviyorsun. Bunun uğruna binlerce zaferi feda edeceğim. Döneceğim.” demiş. Bu cümle uzun süre kafamda dönüp beni rahatsız etti.  Daha sonra beni rahatsız eden şeyin Decius olduğunu fark ettim. Decius sadece iki yıllığına Roma İmparatoru olmuş. İtalya yakınlarında gerçekleşen bir savaşta saldırganlığı ve sağlıklı hesap yapmamasından dolayı dokuz bine yakın askeri ölmüş. Sol tarafa doğru saldırması gerekirken sağ tarafa ısrarla askeri birlik gönderen Decius en sonunda cinnet geçirmiş ve atını düşman birliklerin üzerine sürmüş. Sonra işkence, ölüm… Biraz hayatına bakındım. Görünüşe göre zafer yok, ölüm var. 

Toplayacak olursak zaferi olan var mı aramızda? Zaferi, Tanrı’nın sevgisine feda edecek kadar yürekli miyiz? İnsan bu dünyada, hele bu çağda ne zaferi kazanabilir? Tuttuğumuz takım, rakibimizi farklı yense zafer kazanmış olur muyuz? Oy verdiğimiz parti iktidar olsa, büyükşehirden belediye alsa bu zafer olur mu? Bankadan kredi çekmesek, kimseden borç almasak, pahalı kıyafetler almasak kapitalizme karşı zafer mi kazanmış oluruz?

Hayır. Bunlara illa ki bir şey diyeceksek galibiyet diyebiliriz. Galip geliriz ama zafer elde edemeyiz. Çünkü zaferi isteyecek kadar çalışmadık, zaferi hak edecek kadar ölmedik. Zafer, sorulara başını hareket ettirerek cevap veren babamın, Tanrıları reddedip tek Tanrı olduğu iddiasıyla idam edilen at sineği Sokrates’in, Roma’da iki yıl imparatorluk yapmış cesur, saldırgan, hesap yapmayacak kadar dünyadan nefret eden adamın zaferidir. Bu zamandaki zaferler plastik çiçek gibi bir şey… 

yaşamak umurumda değİl

Hiç zafer kazanmanın derdine düşmedim, kazanmayı istemedim. Tarihte kazanılan hiçbir zafer de umurumda olmadı.Zafer kazanmak için önce bir hedef koymanız sonra bu hedefe yürümeniz lazım. Hedefe vardıktan sonra tüm insani yanlarınızı kenara bırakıp vahşileşerek savaşmalı ve kazanmalısınız. Kaybederseniz ölürsünüz, hem de farkına varmadan, ölümü hissetmeden ölürsünüz. “Hedef, ölümünü unutturan şey” demektir benim için. Her gün, her saat ölümü düşünerek yaşıyorum. Ölümüme dair planlar yapıyorum, cenazemde kimin daha çok ağlayacağını düşünüyorum, kimin benim için ne söyleyeceğini tahmin etmeye çalışıyorum.

Bu yüzden önüme bir hedef koymadan, ağır adımlarla, vahşileşmeden yürüyorum. Hedef olmadığı için yürüme zorunluluğum da yok. Bazen duruyorum. Sakince, tüm insanlığın ortasında bir put gibi duruyorum. Böyle zamanlarda hareket edersem insanlığımı kaybedeceğime, vahşileşeceğime inanıyorum. Benimle konuşanlar genelde “Böyle hayat yaşanmaz.” diyor. İsmet Özel gibi düşünmüyorum, yaşamak umurumda değil.

“insansız yaşam alanı”

Evet, insan takıldığım bir eşik ama ben vahşileştiğine inandığım, doğumundan hemen sonra eşrefi mahlûkattan aşağı indiğini gördüğüm için insanları zerre sevmiyorum. İnsanlardan kaçıyorum, saklanıyorum. Bu yüzden her gece tekrarladığım bir ritüel var. Evimizin önündeki çocuk parkına gidiyorum. Aynı bankın aynı tarafına oturup sessizce bir iki sigara içiyorum. Gecenin köründe insanların olmadığı, nadiren kedi köpeklerin geldiği parkta öylece oturup düşünüyorum. Bütün önemli kararlarımı orada alıyorum. Bütün sorunlarımı orada çözüyorum. Çünkü saldıracak, sorular soracak, beni bir şeylerle itham edecek insan yok.

İnsanlık o kadar aptal bir durumdaki uzun zaman önce icat edilen aletlerin, insansız haline getirilmesini, kendi buldukları aletlerden uzaklaşmalarını yere göğe sığdıramıyorlar. İnsansız hava, deniz, kara araçları, insansız iş makinaları, insansız üretim yerlerinden sonra ben ısrarla “insansız yaşam alanı” istiyorum. Hangi bakanlığa başvurulacaksa başvurup, insansız alan talep edeceğiz. Devletimiz bize insandan uzak, insanın gelemeyeceği, gelirse ceza alacağı bir alan verecek. Biz o alanda mutlu mesut yaşayıp, ölümü iliklerimize kadar hissedip öleceğiz. O zaman başımız sağ olsun…

Kendimi bildim bileli kişilere takılıyorum. İnsan, benim hayatta geçemediğim bir eşik. Önümde duruyorlar, takılıyorum. Evet…

FURKAN ERTEN

Yayımlayan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir