Uzun bir yolculuğun ardından, Bostancı Marmaray istasyonunda indim. Yeşilliklerle dolu, intizam içindeki sokakları yürüyerek eski Bostancı Lunaparkına ulaştım. Bostancı Gösteri Merkezi, lunaparka bitişik bir vaziyettedir. Salonun önündeki banka oturup oyunun saatini beklemeye başladım. Daha çok konser organizasyonlarına ev sahipliği yapan Bostancı Gösteri Merkezi’nde bu oyunun nasıl oynanacağını düşünürken zaman geçmiş, oyun saati gelmişti. Günler öncesinden tükenen biletler, salon girişinde uzunca bir kuyruğa sebep olmuştu.
Herkes salon içerisinde
Herkes salon içerisinde yerini almaya çalışırken, sahnede mavi bir ışıkla beraber mavi bir vinç görünüyordu. Herkes telaşla biletleri üzerindeki numaralara ait koltukları bulmaya çalışırken, sahnedeki detayı fark edememişlerdi. Vincin üzerindeki, üstü açık sepetten aşağı sarkan bir kol ve ayak vardı. Bu durum çoğunun dikkatini çekmemişti bile. Fakat benim için durum pek de böyle değildi. Bir Delinin Hatıra Defteri, içerik olarak dikkatimi çeken, tiyatro yaşamımdaki ilk okuduğum oyun metniydi. Bu oyun uzun yıllar kapalı gişe oynamıştı. Özellikle Devlet Tiyatrolarında oynadığı dönemlerde bilet bulmanın çok ama çok zor olduğu zamanları yakından takip etmiştim. Hatta bir keresinde ana haber bültenlerine konu olduğu da olmuştu. Ankara Devlet Tiyatrosu gişesinde, bilet bulmak için kuyruğa giren, sabah gişe açılır açılmaz bilet almak isteyen insanları görmüştüm. Tatbikat Sahnesi’nin kurulmasıyla birlikte bu oyunu heyecanla bekleyen insanların işi biraz daha kolaylaşmıştı. Erdal Beşikçioğlu bu tiyatronun kurucularındandır.
Oyunun yönetmeni Cem Emüler Işık
Oyunun yönetmeni Cem Emüler Işık. Yardımcı Yönetmen olarak da Erdal Beşikçioğlu’nun ismini görüyoruz. Bu oyunu dünya üzerinde çok sayıda insan oynamıştı. Oynayanların geneli, realist bir sahne ve dekor düzeniyle tasarladıkları temsillerle isimlerini duyurmuştu. Genelde, sahnede bir karyola ve bir masa bulunan akıl hastanesine ait bir oda olarak tasvir edilen mekânda geçen hikaye bu oyunda bütün ezberleri yıkan bir noktaya erişmişti. Sahnede 360 derece dönebilen bir vinç, vincin üzerinde bir sepet vardı. Vincin ucundaki sepet ise Popriçi’nin hastane odası ve her anlamda yaşam alanı. Sepetin içinde konuşuyor, yiyor, tuvalet ihtiyacını gideriyor, yazıyor, uyuyor, kendini İspanya Kralı bile ilan ediyor! Oyun esnasında sağa, sola dönebilen bu mekanizma bize aslında çok tanıdık sistemi hatırlatıyor. Geleneksel Türk Tiyatrosunun döner sahne yapısına benzer bir biçimde tasarlanmış bu sistem, oyunun içerisinde sürekli seyircilerin bulunduğu bölümlere döndüğü için Şeyh Küşteri Meydan’ını andıran bir matematiğe sahipti. Gelen uğultulu ve ürpertici sesin ardından oyun başlıyor. Türk Tiyatrosunun bu çağdaki en büyük isimlerinden olduğuna inandığım Erdal Beşikçioğlu, salonun neredeyse hepsinin fark etmediği kabinden sallanan kolunu ve bacağını kaldırıp oyuna başladı. Seyircilerin yüzündeki bu fark edememişlik ve şaşkınlık ifadesiyle oyun başlamıştı.
İVANOV
Metinde İvanov adlı karakter, çalıştığı dairede Sofi’ye aşık olur. Sokak köpekleriyle konuşan, hatta Sofi’ye gelen mektupları okuyacak kadar korkusuz olan İvanov’un aslında deliliğe değil, adım adım deliliğe giden, yaşadığı gerçeklerle baş edemeyen bir adamın hatıra defterini görüyoruz. Sofi’yi evine kadar takip eder, ona mektuplar yazar, köpeğiyle konuşur, aşkını günlüğüne işler, ofiste onun için kalem bile yontar. Tabi böyle bir aşk da platonik olunca asla dile gelmez, ona itiraf edemez ve en sonunda bir akıl hastanesinde anılarını yazar durur.
SİSTEM ELEŞTİRİLERİ
Sistem eleştirilerini, devlet dairelerinde dönen meseleleri eleştirel bir üslup ile ele alan oyun herkesin oldukça ilgisini çekiyordu. Burada Erdal Beşikçioğlu’nun payı çok büyük. Büyüleyici bir performans ortaya koyduğu için, herkes önce oyunculuğa sonra da oyunun anlattığına kanalize oluyordu. Problem değil ama sorun olarak gözüme çarpan iki mesele olduğunu söyleyeceğim. Birincisi oyun içinde sürekli hareket eden vinç. Sürekli hareket eden nesne, ilgiyi de çoğu zaman üzerine çekiyordu. İkincisi daha farklı bir mesele aslında. Salonda seyirci bölümleri konum üzerinden farklı fiyatlandırılmış. Bu elbette olağan bir durum fakat, sahnenin üzerindeki yaklaşık yirmi kişilik sandalye gurubu bana çok garip geldi. Diğer seyirci koltuklarından çok ama çok daha fazla ücret ödeyerek, sahnede Erdal Beşikçioğlu’nun yarım metre yakınında izleme imkânı biraz tuhaf karşıladığım bir nokta oldu. Gerek Erdal Beşikçioğlu’nun benimsediği tiyatro bakışı, gerek ise oyunun anlattığı temanın çok zıt kısmında kalan bir özellik olması nedeniyle dikkatimi çeken bir tecrübe idi.
Erdal Bey, oyun içerisinde seyirciyle bol bol iletişime geçerek insanları sürekli oyuna tutundurdu. Bu çok iyi bir hamleydi. Aslında bu sanıldığı kadar kolay bir uygulama değildir. Seyirciyle iletişim kurma konusu aslında çok riskli bir iştir. Dozunu biraz kaçırdığınızda işler çığırından çıkabilir, bu iletişimi hiç kurmadığınızda ise çok sıkıcı bir oyun ortaya çıkabilir.
Bazı sahnelerde İNSANIN gerçekten nutku tutuluyordu.
Erdal Bey öylesine muhteşem bir oyuncu ki, tüm bedeni, hareketleri oyuna yansıyor. Bu karakter için bedensel temrinler yaptığı çok aşikâr. Yani aslında şunu söylemek gerek; Erdal bey gerçek bir profesyonel. Zaman zaman oyunda değindiği güncel meseleler, dokundurmalar o kadar önemli konulardı ki bunu gözden kaçırmamak imkânsızdı. Ayrıca bunu yaparken takındığı tavır çok mühimdi. Tiyatro tabiriyle ‘’Kör göze parmak sokmak’’ cümlesinden uzak, sanatı sanat yapan bir tavırla yapması harika bir renkti.
Oyun içeriğiyle ilgili çok bilgi vermekten yana değilim. Bazı şeyler, yaşayarak öğrenilir ya da fark edilir. Bu tecrübe, bu oyun kesinlikle izlenilmesi gereken bir oyun olarak tanımlanıyor. Ben bu konuda biraz daha cüretkar olarak şunu söyleyebilirim. ‘’Ölmeden evvel kesinlikle izlenilmesi gereken bir oyun.” Hadsizlik yapmak istemem, bundan da hep imtina etmişimdir. Bu yüzden bu kullanacağım cümle tamamen öznel bir yorumdur. İzlediğim oyunlar arasında ilk sırayı kesinlikle bu güzel anı akşamını yazarım. Sürç-ü Lisan ettiysek af ola. Delilerin de hatıra defterleri olduğunu anlatanlara, saygıyla…
Yayımlayan