Salgın sürecinde ‘Online Tiyatro’ ya da ‘Çevrimiçi Tiyatro’ kavramını çok duyduk. Neredeyse bir buçuk senedir yaşamımıza dâhil olan dijital hareketlenme, sahne sanatlarını da ayakta tutmak adına yapılan bir hamle oldu.
Hemen hemen tüm sanat dalları dijital dünyaya taşınmaya çalışıldı. Okulların ve üniversitelerin bir anda dijitalleşmesiyle başlayan bu süreç, sosyal platformlardan yayınlanan konserler, atölyeler, eğitimler, tiyatro oyunlarına kadar ilerledi. Bunu yapamayan oluşumlar, sosyal medya yayınlarına yöneldi. Her akşam gelen bildirimlerle şarkıcıların, oyuncuların ya da sanat camiasındaki kişilerin canlı yayınlar yaptıklarına şahit olduk. Hatta bu o kadar yaygınlaştı ki, bu tür yayınlar adeta kontrolden çıktı. Bu garabet günlerini katlanabilir kılmak için yapılan bu eylem, bir reyting kaygısını da beraberinde getiriyordu. Bu yayınların bu denli yaygınlaşmasında şüphesiz sokağa çıkma yasakları büyük etkendi. İnsanlar kapandıkları evlerde telefon ya da bilgisayarlarıyla daha sık vakit geçirmeye başlamıştı.
Tiyatro dijitalleşmede sona kaldı
Tüm bu sosyal medya yayın furyası son kısımlara doğru tiyatroyu da içine almaya başlamıştı. Peki, tiyatro bu ana kadar neden bu rüzgâra dâhil olmamıştı? Bilinen şu ki; insan bir araya gelemeyecek kadar krizdeyse, tiyatro da krizdedir! Ülkedeki tüm tiyatrolar ciddi bir mali krizin içine girmişti. Temel koşulu “oyuncu ile izleyicinin yüz yüze gelmesi” olan bir sanat, izolasyon döneminde ne yapacaktı? Bunu farklı açılardan yorumlayan çok sayıda sanatçı vardı. “Biraz ortadan kaybolalım, özlenelim” diyenler de vardı, her akşam canlı yayınlar ile umut dağıtmaya çalışan da. Ciddi bir çoğunluk buna dair çözüm bulma arayışındaydı. Aslında bu biraz sanatın doğasında var olan bir durumdu. Sanatçı teslim olma duygusunu pek sevmez.
Dijitelleşme Tiyatronun doğasıyla çelişmeye başladı
Tiyatroların yavaş yavaş dijital platformlara uyarlanmasıyla birlikte, etkinlik takvimlerinde çeşitli tiyatro oyunlarını görmeye başladık. İzlemek isteyenlerin bilet bulmakta zorlandığı birçok oyuna ulaşmak artık çok daha kolaydı. Üstelik bu yöntem hem ciddi bir zaman tasarrufu oluşturuyor hem de bununla beraber bazı maddi kolaylıklar da sağlıyordu. Büyük şehirler için örnek vermek gerekirse, herhangi bir oyun için o gün en az birkaç saatimizi oyunun sahnelendiği salona gidip gelmekle geçirdiğimizi düşünürsek bu saydığım noktalar bir kazanım sayılabilir. Üstelik dijital konserler, atölye eğitimleri ve film gösterimleri oldukça ilgiyle takip ediliyordu. Bu iyi bir referans olarak yorumlanıyordu.
Fakat süreç çelişkili bir şekilde başladı. Gişe önünde geceden sıraya girilip bilet almak için mücadele verilen oyunların, dijital platformlardaki gösterimlerine dakikalar kala bilet bulmanın bir hayli mümkün oluşuyla yüzleşildi. Bu aslında benim tahmin ettiğim bir durumdu. Çünkü tiyatro tam anlamıyla kolektif bir sanat dalıydı. Seyircisinden oyuncusuna, makyözünden sahne amirine, gişe görevlisinden rejisörüne, vestiyer sorumlusundan ışıkçısına kadar bütün bir emek halinde sergilenen sanat dalı, bu noktada doğasıyla çelişmeye başlamıştı. Elbette içinde bulunulan salgın süreci pek zorlu bir süreçti fakat bazı hamleler o alanın kendine özgü yapısıyla uyum sağlayamıyordu.
Hissedemediğimiz tiyatro, fotoğrafını görüp yiyemediğimiz yemeğe benzer
Şahsi fikrim; ‘İnsan nefesinin en arka sıradan bile en yoğun biçimde hissedilmesi’ olarak tanımlayabileceğim sanatımızı dijitale sıkıştırmak, uzun vadede çok sakıncalı. Radyo tiyatrosu nostaljisini yaşatmak sevimli olabilir, ama şu an bir gereklilik olan #evdekal çağrısı, uzun vadede asosyal, apolitik ve en önemlisi duygu, düşünce yoksunu bir kitlenin yaratılmasına dönüşmemeli. Kapitalist düşünce iflas etti, ama bu virüse tutunarak yeni tüketim alışkanlıkları icat etme peşine düştü. Sanat bu tuzağa düşmemeli.
Peki, tiyatro yazarları, oyuncuları ve görevlileri ne yapacak? Elbette devlet desteği gereksinimi çok ciddi bir ihtiyaç. Bu konuda bazı adımlar atıldığının farkında olarak, bu adımların çok yetersiz olduklarını üzülerek ifade etmeliyim. Tiyatronun her kırılma döneminde olduğu gibi bu süreçten de yenilikler, buluşlar ile çıkacağını savunan bir fikre sahip olduğumu da eklemek isterim. Asli olan sorun, kapatılan tiyatroların ve oradaki emekçilerin hayatlarını nasıl idame edecekleri, mekânlarının giderlerini nasıl karşılayacaklarının düşünülmüyor oluşuydu. Tiyatro her koşulda yapılabilen bir sanat dalı. Işıksız, müziksiz, sahnesiz, dekorsuz, kostümsüz yapılabilir; ama seyirci ve oyuncu olmadan asla. Kısacası online oyun yapmak elbette mümkün, ama uzun vadede bunun ne yaşayabileceğini düşünüyorum, ne de tiyatroya bir faydası olacağını. Yapılmasın diyemem ama tiyatroya zarar vermesin, zihinlerdeki yanlış bakış açısını iyice alevlendirmesin. Yani bir gün de devleti yönetenlerden, gazetecilerden, ‘Bu bir dijital tiyatrodur’ lafını duymayalım.
Yayımlayan