Bir coğrafyaya değil,
dünyaya sığındım en çok
sevgisiz bir kalabalığın ardında kaldım
bir kediyi, sokağa atılmış ürkek bir kediyi taşıdım yüreğimde
umutlarımı önünden geçtiğim apartmanların önünde yitirirken
hiçbir şarkıya uyduramadım beni.
Ayaklarım beni ait olmadığım yerlere bıraktı,
en sonunda bir okyanus buldum
başladığı yerde boğuldum
ciğerlerime mavi umutlar doldurdum sanıyordum o zamanlar.
Sanmak eyleminin mütemadi bekçisiyim,
durdum, ellerimi çocukluğumun uzanabildiği dallara uzattım
tutamadığımı, en çok da tutunamadığımı
bir perdenin arkasında dünyadan saklanırken öğrendim
nereye elimi uzatsam kırılırdım
ruhumdan bir çıt sesi yükselirdi her gün doğumunda.
Tanrım, sesim sana değiyor mu
bir kere daha yenileceğim kendime, biliyorum
antikacı dükkanının dış mandalıyım
tozlanmışım ama oradayım sessizce,
bir yerde sessiz kalmanın ve dik durmanın
ne acı ne yorgun örneğiyim
annem hiç sevmezdi bu yorgunluğumu.
İnsan bir bayram çöreğiyle iyileşebilirdi mesela
bir fincan kahve ve mutfakta Ferdi Tayfur’un sesi
ben iyileşmeyi ve sarılmayı öğrenemedim anne
kollarım beceriksiz bir kızın kolları.
Oysa daha uçurtma uçuracağım
bir patikada koşarak uzaklara
en sevdiğim renklerden yapmışlar o hiç rüzgar görmemiş uçurtmaları
yırtılmışlar belki
yine de ümitliyim
muhakkak biri sağlam çıkacak ve değecek gökyüzüne.
Ciğerlerime yine maviler dolacak fakat ümitten bu sefer
çölü aşmaya ant içmiş bir bedevî gibiyim
yaşamak bir çölü aşmak için yola çıkmak diyorlar
ve yarı yolda seraplara esir olmak
ben ise içimde taşıyorum çölü
kum taşıyor her bir zerremden
yüz yıldır yürüyorum tek bir adım için
çölde bir parça kum olmakmış yaşamak.
KEVSER ÖZ
Fotoğraf: Gülsüm Ercan
Yayımlayan