Sosyal dayanışma, geçmişten günümüze kadar çeşitli kavramlarla ifade edilmeye çalışılmış bir topluluk bilinci hareketidir. Toplumların kendi içinde paylaştığı ortak değerler ve inançlar üzerine kurulu bir sistemdir. Kolektif hareketin bir parçası olması ve toplumsal düzenin inşasında oynadığı önemli rol sebebiyle sosyolojinin de kilit taşları arasındadır.
Kendisini intihar çalışmalarından tanıdığımız Durkheim, sosyolojik bakış açısını faits sociaux yani toplumsal olgular ismini verdiği bilimsel araştırma yöntemini kullanarak geliştirmiştir. Bu yöntemi kullanarak cevap vermek istediği bir soru vardır. Durkheim’a göre, “İnsanların birbirinden farklı çıkarları olmasına rağmen toplum kendini nasıl bir arada tutuyor?” sorusuna cevap bulunabilirse sosyal dayanışmayı açıklamak ve bununla birlikte kusursuz bir sosyal düzenin inşası kolaylaşacaktır. Toplumsal olguları tanımlarken, bireyin üzerine dışardan baskı uygulamanın bir hak olduğunu belirtir. Belirli bir toplum çerçevesinde genelliği olan, sabit veya sabit olmayan tüm fiil ve düşünce biçimlerini de toplumsal olgunun kapsama alanına dâhil eder. Durkheim’ın toplumsal olgular ile ilgili vardığı genel fikir şöyledir: “Bir toplumsal olgunun belirleyici nedenini, bireysel bilinç hâlleri arasında değil, ondan önceki toplumsal olgular arasında aramak gerekir”[1].
ASABİYET
Toplumu bir arada tutan şeyin ne olduğu sorusuna geçmişten günümüze kadar çeşitli cevaplar verilmiştir. Sosyoloji biliminden çok daha önce İbn-i Haldun, bu soruya asabiyet[2] kavramıyla cevap vermiştir. Birlikte yardımlaşma, savunma ve saldırı asabiyetin eylem tarzlarıdır. Mücadele ve karşı koyma, insanların kendisini birbirinin yerine feda etmesi asabiyetle mümkündür.[3] İbn-i Haldun’un asabiyeti de kolektif şuurdan doğan müşterek bir harekettir. Zeki Velidi Togan, asabiyet için şu tariflere yer vermektedir; dayanışma, ideolojik, dini, kavmi veya milli birlik hissi, devlet kuran irade ve kudret, müsbet ideolojilerle beslenen kitlelerin dinamik kudreti. Asabiyet kavramı günümüze kadar çeşitli anlam değişikliklerine maruz kalmış olsa da bu tarifler doğru birer tanımlamadır.
İbn-i Haldun’a göre nesep ve sebep olmak üzere iki türlü asabiyet vardır. Nesep asabiyeti kelimenin kökü itibariyle aynı soydan ve kökten gelmek, diğer bir ifadeyle kandaş olmak temeline dayanan bir dayanışma ve yardımlaşma sistemidir. Sebep asabiyeti ise temelde kan bağı şartı aranmaksızın ortak unsurlar, çıkarlar ve faydalar göz önüne alınarak kurulan, irade ve seçme işlemine dayanan modeldir. Nesep asabiyeti daha çok göçebe bedevi toplumlarında görülürken sebep asabiyeti hadari diye isimlendirdiğimiz, yerleşik hayata geçmiş toplumlarda gözlemlenir. Göçebelikten yerleşik hayata geçiş aşamasında nesep, sahip olduğu önem ve itibari değeri, inanç ve fikri yapıya bırakır. İbn-i Haldun, asabiyetin temel gayesini tek kelime ile ifade eder; mülk. İktidar sahibi olmak, hakimiyet ve devlet kurmak olgusuna ulaşılabilecek yegâne yolun asabiyet olduğunu düşünür.
DAYANIŞMANIN TÜRLERİ
Durkheim, toplumsal olguları kullanarak anlamaya çalıştığı, kolektif bilincin en önemli olgularından biri olan sosyal dayanışma kavramıyla mükemmel bir sosyal düzen kurmayı hedeflemiştir. Durkheim’a göre iki tür sosyal dayanışma vardır; mekanik ve organik. Mekanik dayanışmaya sahip toplumların daha küçük, daha ilkel yaşam standartları olan, insanların çoğunlukla aynı işi yaptığı ve uzmanlaşmanın az olduğu belirtilmiştir. Organik dayanışma ise modern toplumların sahip olduğu, çeşitli uzmanlaşmaların ve çok fazla iş bölümünün yer aldığı bir modeldir. Örneğin organik dayanışma modelinde, insanların bazıları ekmek üretirken, bazıları ev işlerini yapar. Durkheim iş bölümü ve uzmanlaşma oranıyla toplumun gelişmişliği arasında bağ kurabileceğimizi iddia etmiştir. Ve zamanla gerçekleşen bir dönüşüm, planlı bir modernleşme hayalinden bahsetmiştir. Dinamik yoğunluk ile artan insan sayısı ve insanlar arası etkileşim oranı sonucunda mekanik dayanışma modelini tamamen ortadan kaldırarak, büyük ölçekte iş bölümü ve uzmanlaşmayla organik dayanışmaya sahip modern toplumlar inşa etmeyi amaçlamıştır.
Toplumları bir arada tutan şeyin ne olduğu bilgisine sahip olmanın hemen ardından ona bugün nasıl sahip olacağımız ve kullanacağımızla ilgilenmek gereklidir. Zira toplumsal dayanışmanın dijital medyada yayınlanan sosyal deneylerde sınırlı kaldığı gözlemlenmiştir. Çatışma teorisinin çok ötesinde, post-ideolojik bir dönemde oluşan dayanışmama ortamını nasıl sona erdireceğimiz konusuna kesin çözümler üretilmelidir. Kesişen, birbirine karışan ırkçılık ve milli birlik sınırlarını birbirinden ayırmanın yolları aranmalıdır. Sosyal dayanışmama kavramını hayatımızdan çıkarmak amacıyla bir değişim planı uygulanmalıdır. Tüm bu sorunların çözüme ulaşması, ancak bireysel gelişim ihtiyacının sağlanması halinde kolektif hareketlere ve gerçek bir değişime, dayanışma modeline götürür. İyi yolculuklar.
[1] Durkheim, Sosyolojik Metodun Kuralları, s. 166
[2] Asabiyet kelimesi, bazı Mukaddime araştırıcıları tarafından aynen kullanılmaktayken, bazıları onu farklı biçimde yorumlanmıştır. De Slane, Bouthol, Becker ve Barnes asabiyeti “esprit de corps” [6] olarak yorumlarken, A.F. von Kremer’in yorumu ise “topluluk duygusu” hatta “milliyetçilik fikri” olmuştur. Hellmut Ritter, “dayanışma duygusu” karşılığını kullanmıştır. Ernest Gellner, asabiyetin ifade ettiği anlamı “sosyal iltisak” ya da “askeri ruh” olarak görmektedir. Erwin Rosenthal, “dayanışma” ve “vurucu güç” olarak, F.Rosenthal ise Mukaddime çevirisi boyunca “grup duygusu” terimini kullanmaktadır. F. Gabrieli, Süleyman Uludağ ve Z. K. Ugan ise çevirileri boyunca asabiyet kavramını aynen kullanmaktadırlar (Hassan, 2011, s.172-174).
Yayımlayan