Yazdığı şiirlerle bizi yalın ve gerçekçi bir dünyada misafir eden Güven Adıgüzel sorularımızı yanıtladı. Şiirden dijital dünyada edebiyatın konumuna kadar birçok konuyu konuştuğumuz Adıgüzel, “Dijital çağın, dönüştürücü etkisiyle söz’ü kuşattığının farkındayım. Ama zaten edebiyat da bu kuşatmayı yarmak için var.” dedi.
İNSAN NEDEN YAZAR?
Edebiyat ve hayatla yazarak irtibat kurmak sizin için ne ifade ediyor?
Benim için cevabı her seferinde değişebilen bir soru bu. 20 yıllık bir okur-yazarlık macerası içinde kendi durduğum yerden gördüğüm şey, bunun kesinlikle iradi olarak tercih edilebilir bir şey olmadığıdır. O halde bir insan neden yazar; bazen başka şansı olmadığı için, bazen dilsiz kaldığı için, bazen kelimeleri kendisine yoldaş bildiği için, bazen içindeki boşluk duygusuyla mücadele etmek için, bazen kendi dağından itildiği için, bazen sessizliğin içinden yürümek için, bazen tutunmak için, bazen de tutunamadığı için. Benim cevabıma gelirsek, tam olmak toprağa girmeden mümkün değil ve galiba böyle biraz daha az eksik hissediyorum.
Hayat mottonuz nedir?
Mottolara inanma, bildiğin yolda dosdoğru yürü.
“HİKÂYE MÜSLÜM GÜRSES İLE BAŞLADI”
Dergicilik serüveninizden bahseder misiniz?
2005 yılında çıkardığımız Son İstasyon dergisiyle başladı, ardından ÇETE ve tek sayılık
Racon dergileriyle devam etti. B Planı ve Müdahale dergileri de var ayıca bu serüvenin içinde. Hepsini birden güzel tecrübeler ve iyi arkadaşlıklarla hatırlıyorum. Güzel zamanlardı.
İlk şiirinizi ne zaman yazdınız ve varsa hikayesinden bahseder misiniz?
Bunu net olarak hatırlamam mümkün değil ama meslek lisesi yıllarımda sevdiğim Müslüm Gürses şarkılarına alternatif sözler yazıyordum. Zaten hikâye de böyle başladı.
Hiç unutamadığınız bir ceza aldınız mı?
Eğer daha soyut bir anlamda sormuyorsanız, ceza deyince benim aklıma doğrudan hiyerarşik kurumsallığı içeren yerler geliyor; okul, ev, kışla gibi. Okul yıllarından hatırladığım pek bir şey yok. Askerdeki yat-kalk-sürün’leri de unuttum ama yatılı okulda aldığım hafta sonu
okulda kalma cezaları hafızamdaki tazeliğini koruyor.
“edebiyat kuşatmayı yarmak için var”
Her insanın yaşaması gereken en iyi duygu/tecrübe nedir?
Tecrübe kişiye göredir, genel bir en iyi mümkün değil. İnsan için içe dönük yükseliş ve anlamı aşan olgunluk evrelerini temsilen; sevgi-aşk. Ve ana-baba olmak.
Başta şiir olmak üzere edebiyatın dijital dünyada sahip olduğu konum hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Hayat, dünya, insan değişiyor. Başka maceraların içindeyiz, mecralar da buna dahil. Kişisel bir tecrübe olarak, uzun zamandır iyi bir e-kitap okuruyum ama aynı zamanda klasik kitap formundan vazgeçmedim mesela. Edebiyat dergilerinin de geleneksel yayın formunu
bırakmalarının en azından yakın vadede mümkün görünmediği kanısındayım. Ama yine de edebiyat saygınlığını kâğıttan almıyor, içeriğin niteliğini belirleyen şey ciddiyet. Kâğıt, selüloz kokusu ya da dokunma tutkusuyla ilgili romantizmi değil, ciddiyeti temsil ettiği için varlığı hala güçlü bence. Dijital mecraların birçoğu çamur deryası gibi, denetlenemez durumda, çok ciddiyetsiz ve had safhada kirlilik içeriyor. Bu bağlamdaki dijitalleşme, ansiklopedik bilgiye erişimi kolaylaştırarak bu ihtiyacımızı ortadan kaldırdı sadece. Tabletlerle başlayıp tabletlere erişen formun içerikle olan ilişkisinin, yazarların seslerini alıcılara ulaştırma biçimleri hakkında bir mesele olduğu kanaatindeyim. Formun içeriği belirleme gücünün sonuçlarını da yaşadığımız zaman gösterecek. Dijital çağın, dönüştürücü etkisiyle söz’ü kuşattığının farkındayım. Ama zaten edebiyat da bu kuşatmayı yarmak için var.
“FAZLA STERİL, COOL HÂLİ ANLAMLI BULMUYORUM”
“Gözleri olup bitene sıkı sıkıya kapalı bir şiire inanmıyorum.” diyorsunuz. Peki
inandığınız şiiri tanımlar mısınız?
İnanmıyorum çünkü benin tanıdığım şair öyle biri değil. Kendi zamanından kopuk, yaşadığı dönemin ruhundan bağımsız, başka bir dilin (her iki anlamda da) içinden konuşan ve kalemini sözgelimi 2021’de ve Türkiye’de yaşamıyormuş gibi kullanan bu gereğinden fazla steril, cool, hatta snop hali anlamlı bulmuyorum. Bunun tam tersine inanıyorum.
Sinema ile ilgili işlere imza atıyorsunuz. Neler yapıyorsunuz?
Yönetmen Seyid Çolak’la beraber Kapan’dan sonra yine iki senarist olarak yazdığımız Obruk filmiyle birlikte, Ataların Uykusu ve Ernesto’nun Cenneti adlı hali hazırda çekimleri devam eden iki uzun metraj belgesel projemiz var. Bunlarla meşgulüz bu aralar. Yeni filmlere, yeni belgesellere ve yeni yolculuklara kafa yormaya devam ediyoruz.
Yayımlayan