Beyoğlu’nda bir bahar akşamında, Devlet Tiyatroları’nın bu sene ilk kez oyun sahnelediği İstiklal Caddesi’nde bulunan Garibaldi Salon’a doğru yürümeye başladım. Oyun öncesi bir kahve molasının ardından binaya ulaştım. Binaların ruhsal ve tarihi yapısının, benim için oyun hazzı üzerinde çok etkili olduğunu daha önceki yazılarımda sıkça ifade etmiştim. İtalyan İşçi Yardımlaşma Cemiyeti’nin kurucusu Garibaldi’nin adıyla anılan binanın içinde geniş bir kütüphane, el yazması defterlerden oluşan bir arşiv ile önemli sanat eserle bulunuyor. Oyun izlemek için bu binaya gidecek okurlarımızın mutlaka içerideki el yazması arşivi de ziyaret etmesini öneririm.
Gelelim oyunun künyesine
Oyunun yazarı Clint Dyer ve Roy Williams. Hira Tekindor tarafından metin çevrilmiş ve Kayhan Berkin rejisörlüğünde sahneye taşınmış. Oyunun kahramanı, tek kişilik bu yorucu performansın sahibi hakkında bazı bilgiler vermek isterim. Yıllar evvel kendisinin kaleme aldığı Kudüs konulu “Sumud” oyununun kadrosunda yer almıştım. Hem teknik anlamda hem de pratik anlamda tiyatro sektöründe başarılı çalışmalarını hem takip ettiğim hem de bu başarılarla iftihar ettiğim dostum Cem Zeynel ile bu oyuna dair çok sözleşmiştik. Açıkçası hem bu eski ve tarihi binada oyun izleyecek olmam, hem de çok sevdiğim bir insanı sahnede görme fikri heyecanımı artırıyordu.
“Chi Ama La Patria Onor con le opere”
Kapıdan içeri girer girmez beni tarihi bina kokusu ve Devlet Tiyatroları’nın her zamanki gibi kibar gişe görevlileri karşıladı. Tarihi binanın kapısından içeri girdiğinizde sizi yüksek tavanlı bir mimari karşılıyor. Merdivenlerinden üst salona çıktığınızda ise duvarda yazılı “Chi Ama La Patria Onor con le opere” yazısı dikkat çekiyor. Türkçe çevirisi; “Vatanını seven onu eserle onurlandırsın”. Garibaldi Sahnesi’nde ‘Pazar Okumaları’ da yapılıyor. Her pazar ücretsiz olarak yapılan tiyatro okumaları devam ediyor. Bina her ne kadar tiyatro için imal edilmese de, hatta bazı izleyiciler bu konudan dolayı memnuniyetsizlik yaşamış olduklarını ifade etmişlerse de tarihin izlerinin duvarlara sindiği bu şık binada bulunmak bana keyif veriyordu.
Irkçılık, mülteci olmak ve Anglosakson kültürü
Mavi boyama ışıkları ile renklendirilmiş salonda, karışık kilise düzeni seyirci oturma alanı gözüme çarpmıştı. Yerimi alıp oyunu beklemeye başladım. Oyun başladığında platform ile desteklenmiş bir orta noktada üççeyrek teknik tasarım ve diyagonal açı temel alınarak konumlandırılan alanda oyun başladı. Cem Zeynel oyunda Michael isimli bir karakteri canlandırıyordu. Michael babasını kaybetmiş, hayattan büyük beklentileri olmayan, toplum için başarısız olarak nitelendirilen bir adam olarak zihnimde yer ediyordu. Sinirli ve komik bir kişi olan Michael, babasının ani ölümü ile birlikte başta babasıyla olan ilişkisi olmak üzere pek çok çözümlenememiş sorulara cevap arayan biri. Kendisi İngiliz’dir ve oyun yabancı bir metne bağlı olduğu için sürekli zenci ırkçılığı ile ilgili Michael’ın eleştirilerini dinleriz. Metin ırkçılık, göçmenlik, ikiyüzlülük, aile içi iletişimsizlik, baba-oğul temalarının üzerine inşa edilmiş. Aslında günümüzde mültecilik, savaş ve tırnak içinde başkası olma kavramını ele alması çok iyi bir hassasiyet diye düşünüyorum. Mülteci olmayanın, mülteciyi anlayamayacağına inanan biri olarak, bu tip konuların sahnede de işlenmesini mühim buluyorum. Tabi ki, bu konuya yabancı kalan izleyiciler de muhakkak olmuştur. Şu an dünyadaki tüm ülkelerde yaşanan güncel sorunları ele almış yazarlara aşina olan izleyicilerin oyun seyrinden kopacaklarını ve yabancılaşma sorunu yaşayacaklarını düşünmüyorum. Lakin ifade etmek isterim ki, Anglosakson kültürüne aşina değilseniz oyunun bazı yerlerinde kopmalar yaşayabilirsiniz.
Tek kişilik yorucu performansın sahibi olmak büyük başarı
Tek kişilik oyun oynamak çok ama çok zor bir şey. Her şeyden evvel bir hikâye anlatıcılığı, Anadolu tabiriyle meddahlık yeteneği ister. Konuşması etkileyici ve dinlemekten hoşlandığımız kişileri aklınıza getirin, işte onlar “anlatıcılık yeteneği” olan insanlardır. Bazı oyuncular da ekip içinde iyidir. Onlar pasveren olur, pası tamamlayan olur, toparlayan olur… Oyun, Cem Zeynel Kılıç’ın performansıyla gerçekten yükseliyor. Anlatılan hikâyenin temelde büyük bir derdi yokmuş gibi görünse de kendinizi içten içe hayatta başarısız olarak görüyorsanız ve var olmanızın sebebini bulamamışsanız, kahraman o kadar özdeşleşmeye başlıyor sizinle. Oyun boyunca saate bakma ihtiyacı hissetmedim, zaman gerçekten hızlı aktı. Yer yer tebessümle izledim ancak genel olarak buruk bir acıyla oyun bitti benim için. Bir oyun, bir film ya da bir kitap bittikten sonra sizi üzerine düşündürüyorsa eğer o oyun ya da eser iyidir. Bu da onlardan biri.
“Maçın Adamı”na sevgili dostum Cem Zeynel’e, tebrikler!
Yayımlayan