GELİN TANIŞ OLALIM’DAN TEBESSÜME

“Müzikal değil. Tek kişilik müzikli oyun.” Bu ibare ile dikkatleri üzerine toplamıştı eser. Trump Kültür Merkezi’nde düzenlenen bu etkinliğe gitmeye karar vermemde, şüphesiz Türk halk müziğine, abdallığa ve ozanlık kültürüne olan merakım etkendi. Tek kişilik bir sahneleme olması da beni cezbetmişti. Oldum olası tek kişilik oyunlara ilgiyle yaklaşmışımdır. Bu oyun, Fırat Tanış’ın oyunculuğu ve sanata bakışını da beğendiğim için aklımı meşgul eden, gitme arzusunu içimde barındırdığım bir projeydi. Oyunda anlatılan menzil metaforunu, dünyevi menzilimde kaybolmaktan ötürü oyunu izleyemediğim süreye ait pişmanlığımla bağdaştırarak şahsıma olan kızgınlığımı da ifade etmek isterim.

Biletime ait olan koltuğa oturduğumda sahnede sadece müzisyenlere ait koltuk ve çalgı aletleri gördüm. Bu durumu fark edenler kendi aralarında konuşmaya başlamışlardı bile. “Yanlış programa mı geldik?” cümlesinden tutun ki, “Ee? Sahnede hiçbir şey yok.” eleştirilerine kadar tuhaf bazı çıkışlara şahit oldum. Kimi tiyatro izleyicileri, tiyatroya prodüksiyon olarak bakma konusunda ciddi bir yanılgı ve önyargıyı sürdürmekte. Sadece bir iskemle, belki o da olmadan nice harika oyunlar var iken bunu aşmak gerektiğini düşünüyorum.

SEYİRCİNİN MERAKI ORTAK KATARSİSE DÖNÜŞÜYORDU

Işıkların açılışı ile beraber sahnenin ucuna gelip oturan Fırat Tanış’ı görüyorum. Üzerinde beyaz şile bezinden kıyafetlerle sade bir görüntü çiziyordu. Elinde açık renkli bir curayı görünce, herkes Anadolu melodileri duymayı sabırsızlıkla bekliyordu. Çok stratejik seçilmiş türkülerden, deyişlerden ve bölüm bölüm anlatılardan dokuyarak akıllıca yazdığı oyun, Fırat Tanış tarafından yine çok akıllıca oynanıyordu. Seyircinin merakı, bırakın bir an olsun azalmayı ya da dağılmayı, her aşamada artarak bir katılıma, bir ortak katarsise dönüşüyordu. Oyunun ilk bölümlerinde durgun başlayan tempo, gittikçe yukarılara doğru tırmanıyordu.

ÇIPLAK AYAKLA DÜNYAYA AİT YALINLIĞI FİZİKSEL OLARAK ANLATTI

Oyunda toplamda 11 türkü icra ediliyor, her icranın arasında Anadolu, tabiat ve abdallık üzerine anlatılar ekleniyordu.  Kul Nesimi‘den Karacaoğlan‘a, Yunus Emre‘den Kaygusuz Abdal‘a, kendi deyimiyle büyük büyük dedelerinin başından geçenleri anlatıyor, yazdıklarını hatırlatıyordu. Oyun da ismini Yunus Emre’nin Gelin Tanış Olalım isimli şiirinden alıyordu. Tüm bu detayları birleştiren, oyunun yönetmenliğini sürdüren Semih Çelenk’i de ayrıca tebrik etmek isterim. Oyun boyunca çıplak ayakla performansını sürdüren Fırat Tanış, dünyaya ait yalınlığı fiziksel olarak da anlatıyordu. Sahnedeki tüm bu sadelik ve yalınlık, hakikat yolculuğuna çıkmanın gereklilikleri konusunda da rehber niteliği taşıyordu. Seyircinin dikkatini bozacak dekor, kostüm ya da görsel hiçbir kalabalıklık bulunmaması seyircinin her an dâhil olabileceği bir hava oluşturmuştu.

“İŞTE BEN DE BÖYLE OLDUM, VARI YOĞU UNUTTUM,”

Türkülerin yollarından geçerek, seslerin izlerini sürerek, aşktan ve hayattan, ayrılıktan ve vuslattan, sıla ve gurbetten, haktan ve hakikatten, dağların başından, suların kenarından, buğday başaklarının içinden geçerek anlatıldı bu hikâye. Tanışalım, bakışalım, gönülden söyleşelim diye. Türkü söyleyelim, salınalım, oynayalım diye. Kavilleşelim, yolda buluşalım, suyu ekmeği paylaşalım diye içimize nakış nakış işliyordu.  Aslında herkesin içindeki bu Anadolu, aşk, insan olmanın anlamı ve tabiat hasretine dokunuyordu. Bunca ilgi görmesinin sebebi de kuvvetle muhtemel bu hasret duygularıydı. Aşk ateşinden söz ederken, “Abdal dediğin kendinden geçer, yemeden içmeden kesilirmiş; yolunu, yolculuğunu unuturmuş, işte ben de böyle oldum, varı yoğu unuttum,” diyor ve burada nutkumuz tutuluyordu.

TEBESSÜM KALSIN GERİYE

Oyun sona ererken “Bin cefâlar etsen almam üstüme” türküsünü okumaya başladığında Fırat Tanış’ın işareti ile salonun ışıkları açılıyor ve seyircilerin de katıldığı müthiş bir koro oluşuyordu. Herkes tebessüm içinde birbirine sevgiyle bakarak bu türküyü seslendiriyordu. Ardından biraz Halil Cibran da kokan bu eser harika bir finalle nihayete eriyordu. Fırat Tanış’ın isteği üzerine, herkes sağındaki izleyiciye dönüp gülecek ve tokalaşacaktı. Bu akşamdan geriye kalan biraz Karacaoğlan, biraz Yunus Emre biraz da tebessüm olacaktı. Tebessüm kalsın geriye. Yunus’a, Pir Sultan Abdal’a, tabiata ve dönüp tebessüm ettiğim adını bile bilmediğim seyirciye… Muhabbetle.

BEKİR GÖKSEL

Yayımlayan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir