İstanbul’u satıyorum 1987

MEKÂNIN RUHU VE DOKUSU İZLENİLEN ESERLERİ ETKİLİYOR

Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nun taş binasında tiyatro izlemenin yeri ve hatırası bende oldukça ayrıdır. Tiyatroya başladığım yıllarda Ataköy semtinde bulunan Yunus Emre Kültür Merkezi’nde sahnelenen oyunlara çok ilgi göstermiş biri olarak, halen fırsat buldukça buradaki oyunları halen takip eder, ilgimi çeken oyunları gelir izlerim. Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nu Kolektif bir işleyişi benimseyen, mektep kültürüne sahip ve yıllardır amatör ruh – profesyonel sistem ile kendilerine has yapılarıyla varlığını sürdüren bir kurum olarak tanımlayabilirim. Bu arada bahsetmiş olduğum “Yunus Emre Kültür Merkezi”, 18. yüzyılda “Baruthane-i Amire” adıyla barut deposu olarak kullanılan bina olmasının ardından Mart 1993’te kültür merkezi haline getirilmesiyle tarihsel dokusunu korumuş ve sanatla buluşmuş bir yapıdır. Daha önce Josef Bieder’in Yıldızının Parladığı An (Aksesuvarcı) oyununa ait yazımda da belirttiğim gibi estetik açıdan tarihi ve şık binalarda oyun izlemenin, seyir kalitesini yükselttiğini düşünüyorum. Bu mekânın da benzer yapı ve ruha sahip olduğunu ifade edebilirim.

İSTANBUL YOK OLUYOR

Lakırdıyı bir kenara bırakıp, oyuna dönelim. Efendim, Ferhan Şensoy’un 1980’ler döneminde kaleme aldığı ve Ortaoyuncular Tiyatrosu’nda sahnelenen “İstanbul’u Satıyorum 1987” oyunu için salonda yerimi almıştım. Oyun kadrosunda geçmiş senelerde aynı tiyatroda çalıştığım sevgili dostum Eda Özdemir de vardı. Diğer yandan oyuncu ekibinin içerisinde daha önce tanıştığım, bazı oyunlarda denk geldiğim kişiler de vardı. Tüm salon kararıyor, sahnedeki dekorlar yavaş yavaş ışıldıyor ve oyun başlıyordu. Sahne aydınlandığında sade ve güzel tasarlanmış dekorlar, aydınlanmayla beraber resmi tamamlayan renkli ışıklar beliriyordu. Bu esnada sahnede kargalar ve Mimar Sinan beliriyordu. Oyunun başları gayet yüksek bir tempoyla başlıyor, oyuncular epeyce hareketli sahnelerde gerçekten başarılı bir performans ortaya koyuyorlardı. Bu oyunun yazıldığı dönemin belediye başkanı Bedrettin Dalan’ın başlattığı kentsel dönüşüm ve yıkım politikalarına karşı, sahnelerden yükselen en önemli reaksiyon olduğuna dair bazı yorumlara şahit olmuştum. Aslında bir nevi hiciv içeren fakat bunu tiyatro tabiriyle kör göze parmak sokmadan anlatan bir hikâye diyebilirim. Hikâyeyi böyle tanımlasam da sahneye uyarlanış biçiminin ve yönetmen yaklaşımının kalitesiyle birlikte izlenilebilir olduğunu da eklemek isterim. İstanbul’un tarihi dokusunun tahrip olmasını, orantısız ve plansız yükselen binaların çirkinliğini, bozulan mahalle dokusunu, yüksek ve çok sayıda daireden oluşan apartmanların yok ettiği komşuluk hukuklarının oluşturabileceği sorunlar, eğlenceli ve kara komedi yöntemiyle seyirciye aktarılıyordu.

KONU 80’Lİ YILLARDA GEÇSE DE HİÇ YABANCI DEĞİL

İlerleyen kısımlarda mahalle sakinlerinin, inşaat firması yetkililerinin ve tarihi karakterlerin de dâhil olmasıyla oyun hem eğlenceli olmaya başlıyor hem de hiciv noktaları yavaş yavaş belli oluyordu. Mahallenin dönüşüm sürecine dâhil olması için süreci yürüten inşaat firması yetkililerinin, mahallede yaşamını sürdüren kişilerle irtibat kurma, ikna etme ve satın alma süreci temelinden yürüyen oyun, geleneksel bir tiyatro yapısını da temsil ederek kimi zaman mizahi, kimi zaman da hüzünlü sahnelerle seyircide karşılık bulmaya çalışıyordu. Seyircide duygudaşlığı canlı tutmak üzerine kurulu oyun stratejisinin, oyunun sonuna kadar varlığını sürdürebildiğini ifade edebilirim. Yıkılan evler, bozulan mahalle dokusu ve insanların yaşadığı bu mağduriyet hikâyesi ilk etapta çok klasik bir tema gibi gelse de, aslında hayatın gerçeklerini yansıtması tarafıyla ve didaktik bir tutum içermeden anlatılması durumunda çok samimi olabiliyor. Bu nedenle izlenilebilecek bir oyun olduğunu söylemeliyim. Oyunun konusu 80 ve 90’lı yıllarda geçen gündemler olsa da bu gündemlerin o zaman dilimindeki önemini izleyecek ve hissedecek, bu gündemlerin günümüze yansıyan etkilerini ve hasarlarını idrak edebileceksiniz.

 EMEĞİ GEÇEN, İSTANBUL’U ÖNEMSEYEN HERKESE TEŞEKKÜRLER

Oyunda yer alan tüm ekibin enerjisi, sahnelenen esere yansımış diyebilirim. İmkânlar doğrultusunda gayet güzel uyarlanan bir iş olduğunu ifade ederek, oyun kadrosunda yer alan dostum Eda Özdemir başta olmak üzere emeği geçen herkesi tebrik ediyor, tiyatro izleyicilerinin bu oyunu tecrübe etmesini öneriyorum. Her zamanki gibi, oyundan bir replikle yazımı bitiriyorum.  ”

“Bir tane alana bir tane bedava!
İtişip kakışmayalım beyler
hepinize çok değişik İstanbullarım var.
Ustam ölmüş satmak benim işimdir.
İstanbul’u satıyorum, satıyorum.”

Ülkemizde yaşanan elim deprem hadisesi sebebiyle yazılarıma bir miktar ara vermiş bulunmaktaydım. Afet sonrası iptal edilen etkinliklerle beraber, ülkece bir süre sessizliğe büründük. Bu nedenle yaşanan bu ayrı kalma sürecimiz vesilesiyle, depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allahtan rahmet, yakınlarına ise sabırlar dilerim.

Bekir Göksel

Yayımlayan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir