Kozyatağı Kültür Merkezi’nde sahnelenmesi plânlanan “Kafkas Tebeşir Dairesi” oyunu için almış olduğum bilete dair gelen bildirimle, oyuncu rahatsızlığı sebebiyle yerine aynı gün ve saatte “Limon” isimli oyunun oynanacağını öğrendikten sonra plânımı değiştirmek istemeyip oyuna gitmeye karar verdim. Hatırı sayılır bir süre tren yolculuğu ve yürüyüşün ardından sahneye ulaştım. Oyunun ön bilgi yazısını bir miktar okumuştum. Şartlı ve yargılı izlememek adına oyuna dair sahnede gördüğüm ile kanaat getirmek adına biletimin iptal ve iade edilmesini istemeyip, alternatif olarak temsil edilecek bu oyunu izlemek adına salonda yerimi almıştım. “Kafkas Tebeşir Dairesi” hem konusu gereği hem de Brecth’in eseri olması nedeniyle önceden takip ettiğim ve oldukça önlerden bilet aldığım bir oyundu. Bu yüzden biraz hayal kırıklığı yaşasam da yeni bir oyun izlemenin kazanımlarını düşünüp bu temsile katılmaya karar vermiştim.
Oyunun yazarı Memet Baydur, rejisörü ise Semih Kaplanoğlu. Işıklar açıldığında iyi bir dekorun bizleri karşıladığını görmek içimi heyecanlandırmıştı. Dekor, aksesuarlar ve kostümler gerçekten başarıyla tasarlanmış. Baydur’un kaleme aldığı “Kamyon” isimli oyunu izlemiş biri olarak karşıma absürt ve değişken bir oyun çıkacağına hazırlıklı idim. Oyunun yönetmeni Kaplanoğlu’nun bir röportajında “Seyircilerin sabır göstermesi gereken bir oyun” ifadesini okumuştum. Bu yüzden ne yapmam gerektiği konusunda hazırlıklı olarak orada bulunuyordum. Öncelikle yazar Baydur’un kaleminin zor olduğunu ve anlaşılması adına mesai harcanması gereken bir karakter olduğunu eklemek isterim. Absürt edebiyatı, filmleri ve oyunları seven birisi olarak bu beni ürkütmemişti.
Oyun başlıyor, ışıklar açıldığında bir ev dekoru ile karşılaşıyorum. Oyunun dekoru gayet özenli ve büyük bütçeli bir tasarıma sahip olmasının yanında, ayrıntılı düşünülmüş detaylara sahip. İçeriye doğru bir mutfak bile yapılmış. Maalesef dekor hiçbir detayı kurtaramadı. Kapı her çalınıp oyuna yeni bir oyuncu dâhil olduğunda sahnedeki oyuncular da farklı bir role giriyorlar isimler ve suretler aynı olsa da bu trafik oyun sonuna kadar sürecek olan bir örgüye dönüşüyordu. Birinci perdenin sonunda oyuna dâhil olması gereken herkes dâhil olduğunda, oldukça zaman geçtikten sonra artık hiç kimsenin rolü değişmiyordu. İlerleyen vakitlerde herkes kendisine biçilen rolün sancılarını yaşamaya başlıyor. Sonrasında da yaşlanan herkesin yaptığı gibi mâziyi yeniden yaşamaya başlıyorlardı. Kötü hatıraları silip kendi istedikleri gibi tekrar tekrar yaşayacaklar her bir yaşamı ele alıyorlardı.
Oyuncuların üst seviyede bir performansları olduğunu söyleyemem. Oyuncuların metni, rejiyi ve kurguyu kendi içlerinde benimseyebilmiş olduklarını hissedemedim. Bireysel anlamda kaliteli bir kadro olabilir ama tiyatronun bütüncü tarafı ele alındığında oyun boyu süren monoton gidişatı gördüğümü ifade etmeliyim. Oyunculuklar vasat seviyede ve karakterler içselleştirilmemiş gibi geldi. Sırıtan mizansenler, oyuncuların kendi kendilerine konuşurcasına diyalogları ve yorgunlukları göze çarpıyordu.
Yazarın “Kamyon” oyunundan yola çıkarsak, yazının başında da belirttiğim aykırılığı ve soyut anlatımı makul karşılayabiliriz. Baydur’un yazım tarzı bu minvalde. Oğuz Atay, Onur Ünlü ve Ahmet Hamdi Tanpınar üslubuna benzer bir anlatım dili var. Ancak kabul etmeliyiz ki, bir tiyatro yazarının bütün metinleri aynı seviyede olmayabilir. Bunu dünyaca ünlü yazarlarda da görebiliriz. Fakat şu sorulara cevap vermek çok zor; Bu insanlar kim? Kim kimin neyi oluyor? Birbirleriyle ilişkileri ne üzerine? Konu ne? Mesaj ne? Geçmiş ve gelecek hangi zaman diliminde geçiyor? Görüleceği üzere neredeyse oyunun tamamı açıklanmayan ucu açık sorularla başlayıp bitti. Hemen hemen hiç bir soruya cevap verilmedi.
Net ifade etmeliyim ki, oyunun süresi gereğinden fazla uzundu. Neredeyse iki buçuk saat süren oyun, ilk perde ile ikinci perdenin süresi birbiriyle uyuşmazlık içeriyordu. İlk perde bittiğinde mola için çıkan seyircilerin çoğunluğu ikinci perde başlarken gelmediler. Salonun yarısı oyunun yarısında boşaldı diyebilirim. Neredeyse iki buçuk saat süren iki perdelik oyun tam bir zaman kaybı. Hayatımda hiç bir oyunu bu kadar acımasızca eleştirmemiştim. Oyunda kullanılan kar makinesi çalıştıktan hemen sonra salonu kaplayan yapay kar taneleri seyirciyi çok fazla rahatsız etti. Alerjik rahatsızlıkları olan seyirciler bu durumun içinden çıkamayıp öksürmeye, hapşırmaya ve mırıldanmaya kadar giden rahatsızlıklara ulaştılar.
Yine bir garip durum da oyunun başından sonuna kadar oyuncuların sürekli alkol ve sigara kullanımları oldu. Bu hikâyenin doğasında olabilen ve garipsenmemesi gereken bir durum fakat aşırıya kaçtığında anlamını kaybedebiliyor. Oyunun bir temsilinde içilen sigaranın Kurtlar Vadisi dizisinin bir sezonunda içilen sigara sayısından fazla olduğunu bile mizahi bir dille ifade edebilirim. Her şey fazlaya kaçtığında tatsızlaşıyor.
Özetle ne anlattığı muallakta kalan bir oyun diyebilirim. Devlet Tiyatrolarının tabelasının altında çok amatör kaldığını belirtmek gerekiyor. Metin olarak alınıp okunabilir. Bu şekilde sahnede izlemek maalesef zaman kaybı. İşin tuhaf tarafı bu gibi kurumların yazarların oyun repertuarı başvurularını değerlendiren mekanizma olmaları. Bir oyuna iyi ya da kötü diyen kurumların böyle oyunlarının olması biraz komik bir durum. Devlet Tiyatroları bu konunun üzerine epey düşünmeli.
İyi bir oyun izlediğimi söyleyemeyeceğim. Pek bana göre olmasa da maalesef kötü bir oyun izledim. Son sözüm devletin imkânlarını kullanarak aylarca prova yapıp seyircinin karşısına böyle oyunlarla çıkmaya kimsenin hakkı olmamalı…
Bekir GÖKSEL
Yayımlayan