Soğuk bir İstanbul akşamında, isminden dolayı hayli ilgimi çeken tiyatro oyunu için Üsküdar sahilinden yürüyerek Devlet Tiyatroları’nın Tekel Sahnesi’ne ulaştım. Tekel sahnesi çok tarihi bir yapı olarak dikkat çekmektedir. Girişten itibaren taş duvarlar ve ferah yapısı sizi sanat barındıran bir dünyaya buyur ediyor. Daha öncesinde bu sahnede provalar yapmış, toplantılara katılmış biri olarak içinde bulunulan mekânın izlediğiniz eserlere ciddi bir etkide bulunduğunu söylemeliyim.
Devlet Tiyatroları’na ait bazı sahneler ne yazık ki alışveriş merkezlerinin içinde bulunuyor. Gerek ulaşım kolaylığı gerek ise eski sahnelerin uzun süren yenileme işlemlerinden dolayı bu şekilde bir çözüm bulunmuş. Fakat mağazalar arasında, hatta “Alışverişe gelmiştim de, ee bir de bu arada bir oyun izleyeyim dedim” edasındaki insan topluluğuna hiç tahammülüm olmadığını gizlemekten yana değilim. Sanat dediğimiz şey izleyicisi için de bir emek, bir çaba gerektiriyor bence. O havayı solumak, sahnesinden dekoruna, basamaklarından koltuklarına kadar o büyülü dünyada gezinmek ihtiyacı doğuruyor.
Bu sitemden sıyrılıp, Üsküdar’dan itibaren boğaz havası soluyarak geldiğim Tekel Sahnesi’ndeki oyuna dönelim. Oyunun ismi “Bir Peri Masalı Radyum Kızları”. İlk duyduğumda kulağıma hayli tuhaf gelmişti. Dikkatimi ilk çeken şey Radyum elementinin bir tiyatro oyunu isminde geçmesiydi. Açıkçası fen bilimleri ile pek ilgim olmamasından ötürü Radyum elementinin ne olduğuna dair bir fikrim yoktu. Oyuna gelmeden önce yolda bir miktar bilgi edinmeye çalıştım. İlk ulaştığım bilgi, kanserojen bir element olduğuydu. Herhangi bir güç kaynağına ihtiyaç duymadan parlayabilen bu boya, kol saatlerinden tutun ki birçok eşyada kullanılıyormuş. Marie Curie tarafından bulunmuş bu elementin zehirleme gücü oyunda çok başarılı bir şekilde ele alınmış.
Oyun başlıyor. Kostümler, ışık ve müzikler tek kelime ile harikaydı. Sahne düzeni anlatılan konu açısından çok başarılı tasarlanmış. Tamamen seyirciye tek açıdan ve genel bakışla izlenen bir oyun tekniği işlenmiş. Bu nedenledir ki 2019 yılında çokça ödül alan bir oyundur. “Afife Jale Ödülleri’nde sahne tasarımı ve ışık alanında ödüle layık görülmüş, özel organizasyonlarla beraber yedi ödül kazanmış. Tarihe baktığımızda Radyum kızları davası çok mühim bir dönüm noktası olmuş. Dünyada iş güvenliği hukukunda bir sayfa açan bir vaka olarak tarihe geçmiş. Kadınların bu direnişi, davalarından geri adım atmayışı, bu konunun gündeme alınıp yasalara girecek şekilde veya iş güvenliğini sağlayacak yeni düzenlemelerin getirilmesi gibi birçok şeye neden oldu.
Işıklar açıldığında görünen ve oyun boyunca tek mekân olarak kullanılan, atölyeyi görüyorum. Oyun birinci ve ikinci dünya savaşı sırasında ABD ordusuna radyumlu saatler üreten bir fabrikadaki Radyum boyama işçilerinin hak arama mücadelelerini anlatıyor. Bu ışıltılı, parlak ve aynı zamanda karanlık dünyanın içinde çalışan kadın işçilerin yaşadıkları gayet duygusal bir şekilde ele alınmış. Teker teker rahatsızlanan kadın işçiler önce hastalanıyor, ardından da tedavisi olmayan bu rahatsızlığın hazin sonu olarak evlerine gönderiliyor.
Oyun, işçilerin tüm olan bitenin farkında olduklarını seyir içinde sıkça gösteriyor fakat yaşamak için bu zor şartlarda da olsa çalışmak zorunda olan kadın işçilerin mecburiyetlerini de ele alıyor. İlk etapta bana metin ne kadar yabancı bir esermiş gibi gelse de aslında Türk yazar Kardelen Kasap’ın kaleminden ele alınmış. Kostümler, ışık ve müzikler tek kelime ile harikaydı.
Fabrika şefleri, Radyumun zararlı olduğunu bilmiyormuş gibi davransa da fabrika müdürünün her teftişe geldiğinde kurşundan yapılmış bir maske taktığını görmek, beni emperyalizm ile yüzleştirdi. Fabrika müdürünün teftiş için maskesiyle gezdiği anlarda, işçilerin çıplak ellerle ve tamamen korunmasız çalışması ise tamamen durumun özetiydi. Eser, adım adım ölüme giden bu zaman dilimini yüreğime ilmek ilmek işliyordu.
Oyunun son yarım saati işçilerin sözleri ve senkronize kalp ritim efektleriyle desteklenmişti. Bu durum son anlardaki duygu yoğunluğunu artırmıştı.
Kendimce birkaç hususta fikrimi beyan etmek isterim. Maalesef oyun çok fazla tekrar sahneden oluşuyor. Bu hem seyirciyi yoruyor hem de oyunun süresini uzatıyor. Oyun çıkışında izleyen kişilerin ciddi bir kısmı oyunun çok uzun olduğundan dert yanıyordu. Saat 20.30’da başlayan oyun 22.55 civarında bitmişti. Her ne kadar İstanbul gibi bir metropolde de olsak, seyircilerin ulaşım sürelerini de hesaplamak gerekiyor. Tekrar sahnelerin fazla olması, çok sayıda izleyici tarafından tiyatro forumlarında bahsedilmiş. Oyun, bir dönemi olan bir olayı anlatıyor ama görüyoruz ki aslında aynı düzen hala devam ediyor. Eskiyi anlatırken siz günümüzde hiçbir şey değişmediğini göreceksiniz daha da fenası gelecekte de her şeyin aynen devam edeceği gerçeği yüzünüze tokat gibi çarpacak.
Hakikatle, emekle ve hüzünle yüzleştiğim bu geceyi oyunda geçen şu replikle hatıra defterime eklemek isterim ;
“Cesaret, gerçekten korkuyla karşılaşmayanların uydurduğu bir masal.”
BEKİR GÖKSEL
Yayımlayan