tiyatroya ve güzel akşamlara kavuşmak

Yasaklarla, kısıtlamalarla, zorluklarla ve tiyatrodan uzak kalınan günlerle geçen pandemi sürecinin sona ermesiyle iki yıl aradan sonra tiyatro sezonu olması gerektiği gibi başladı. Duyuruların, açıklanan yeni oyunların ve yayınlanan afişlerin insanı çocuk gibi sevindirdiği bir zamandır sezonun başladığı ilk haftalar. Oyuncusu olduğum tiyatronun oyunları başlamadan son vakitleri değerlendirmek adına Ekim ayında bolca tiyatro bileti satın aldım. Özellikle yeni oyunları izlemek fikri işi heyecanlı kılıyordu.

Bir lokantada sınıfsal ayrım sadece müşterilerle mi olur?

Bu heyecanla serin ve rüzgârlı bir İstanbul akşamında Fatih Reşat Nuri Sahnesi’nde Şehir Tiyatroları’nın yeni oyunu “Kutlama” eserini izlemek için hazırdım. Oyun İngiliz yazar HaroldPinter tarafından kaleme alınmış, Cevat Çapan tarafından da Türkçeye çevrilmiş. Yıldırım Fikret Urağ tarafından yönetilen oyun komedi unsurları da içeren bir trajedi tarzına sahip diyebiliriz. Oyun, kentin en lüks restoranında herkesin birbirini küçümseyerek, aşağılayarak kendi konumunu yücelttiği, ağızına geleni söylediği, evlilik, tanışma, kariyer gibi sebeplerle sözde “kutlama” yapılan bir akşam yemeği çemberinde geçiyor. Restoranda evlilik yıldönümü kutlaması için bulunan iki çift, zenginliğin ve kibir sahibi olmanın vermiş olduğu cesaretle konuşuyor, çalışanlarla iletişimini de bu dil üzerinden kuruyordu. Diğer yanda yemek yiyen bir çift de, yapay bir ilişkinin yansımalarıyla çelişkili bir hayatı seyirciye yansıtıyordu. Restoranda görevli müdür, garson ve şefin müşterilerle kurduğu iletişim sınıfsal ayrımı seyirciye belirgin bir şekilde hissettiriyordu.

Savaşlar, salgınlar, ölümler ve tiyatro!

Oyunu farklı kılan unsurlardan biri de sahnenin yanında bulunan piyano ve piyanist idi. Oyunun tümünde alttan çalan piyano sesi, restoranlardaki hafif fon müziğini andırıyordu. Oyuncuların tümü, akış içerisinde piyanoya yaklaşıyor ve İngilizce şarkıları seslendiriyordu. Şarkıların iyi seçilmiş eserler olduğunu ifade etsem de oyuncuların şarkıları ciddi aksan farklılıkları ile söylediğini de eklemeliyim. Yine piyano ile beraber dikkat çeken bir ayrıntı da, sahnenin arka duvarında bulunan ekranda dönen şiddet, savaş, ölüm, kıtlık ve salgın gibi görüntülerdi. Hakikat ve realizm vurgusu yapılıyor, bir yandan da hemen önünde izlediğimiz hikâyede varlığın ve yokluğun tezatlığı gözler önüne seriliyordu. Bu yöntemi beğendiğimi ifade etmeliyim. Bazı şeylerim soyut yerine somut yerine gösterilmesi etkili oluyor.

Yaka mikrofonu, 19 Mayıs gösterilerinde alkış alan bayrak ve Çav Bella ilişkisi

Oyunun çevirisi harfi harfine çeviri yapılmışçasına, sanki derdini bir noktada tam anlatamıyor gibiydi. Konuşulan konular ve cümleler adapte etme gayretinden uzak kalmış diyebilirim. Bu yüzden ben ve oyun çıkışında konuşmalarına kulak kabarttığım diğer seyirciler de bu meseleden yakınıyordu. Gerek metin gerek ise sahne tasarımı ve çevirisi ile vasat bir oyun olduğunu ifade etmek istiyorum. Ayrıca oyunda kullanılan yaka mikrofonlarına anlam veremedim. Tiyatronun yapısıyla pek de bağdaşmayan bir durum olsa da bazı Açıkhava sahneleri ve büyük salonlar için makul karşılanan bu yöntem Reşat Nuri Sahnesi gibi küçük sayılabilecek bir salon için geçerli olmamalıydı. Oyuncular hareket ederlerken çıkan hışırtılar, masaya konan mikrofon yüzünden tabak, çatal ve nefes seslerinin yüksek seviyesinin çok itici olduğunu eklemeliyim. Oyunun sonunda çalan “Çav Bella” şarkısını da 19 Mayıs gösterisinde gençlerin birbirleriyle kule yapıp tepeye çıkanın bayrak açması kadar ucuz bir alkış alma çabası gibiydi.

Aslında dünyaya bir daha gelmeyi kendime iş edineceğim

Özetle, kötü bir oyun olduğunu söyleyemem. Piyano ve arka ekranda dönen görüntüler çok orijinal bir hareketti. İşin içinde çok iyi bir oyunculuk var. Erkan Sever ’in harika performansı için de izlenebilir. Fakat çeviri ile beraber, ülke coğrafyasına uyarlanma konusundaki eksikleri ile birlikte ve teknik tercih hatalarıyla “Harika bir oyun!” diyemeyeceğim. Bir yandan da daha önceki tahlil yazılarımda ifade ettiğim “Oyun mutlaka izlenmeli ve olumlu ve önemli noktaları heybemizde yer almalı.” cümlesini de keyifle sarf ediyorum. Her oyunun bir derdi var, azı ya da çoğuyla bir şeyler anlatır. Herkesin hikâyeden yakalayacağı ve sahipleneceği bir yer mutlaka vardır. Gelenekselleşmiş oyun repliği finaliyle yazımı bitiyorum. “Ben dünyaya bir daha gelmek isterdim. Aslında dünyaya bir daha gelmeyi kendime iş edineceğim. Daha iyi, daha medeni, daha nazik ve daha hoş bir insan olarak dünyaya tekrar geleceğim.”

BEKİR GÖKSEL

Yayımlayan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir