Sahaf: Gezmekten keyif aldığımız, hepimizin hayallerinin bir köşesinde yer alan büyülü dükkânlar… Peki, sahaflık nedir, nasıl yapılır, sahafların dönüşüm yaşamasının sebebi ne? Bu soruları, Hermes Sahaf’ın sahibi Ümit Nar’a sorduk. Kendisini “okur-satar” olarak tanımlayan Ümit Nar ile sahaflık üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
“ÖLEN İNSANLARIN KİTAPLARINI ÖLECEK OLAN İNSANLARA SATMA İŞİ”
Sahaflık nedir?
Son sahaflar şeyhi Muzaffer Ozak’ın tanımlaması benim en hoşuma gidendir. Muzaffer Efendi “Ölen insanların kitaplarını ölecek olan insanlara satma işidir.” der. Yaşadığımız modern dönemde eski kavramları yeni düzenin içine maalesef yerleştiremiyoruz. Lonca sistemi, dolayısıyla çıraklık ve kalfalıktan pişerek gelme durumu ortadan kalktı. Biraz pasajlardaki esnaf şanslı, hâlâ ustalardan bir iki isim oralardalar çünkü. Eski usûl meslekî yöntemler olmayınca aklına her esen dükkânının adına sahaf yapabiliyor. Esasen sahaf dediğimiz insan Osmanlıca’ya hâkim, nitelikli şekilde kitabiyat bilgisi olan, en az 20-25 yıldır bu işte çalışan insanlardır. Bu şekilde de çalışan ancak 10 kişi falan vardır. Sahaflarla ilgili kayıtlara 16. yüzyıldan itibaren ulaşıyoruz. Medrese sisteminden dolayı sahaf çarşıları hep başkentlerde bulunuyor. O yüzden kayıtlarına ulaşabildiğimiz ilk sahaflar Bursa ve Edirne’de sonrasında da İstanbul’da toplanmıştır. Günümüzde de yine İstanbul, sonrasında Ankara ve İzmir geliyor.
ÂLİMLER AZALDIKÇA NİTELİKLİ DÜKKÂNLAR DA AZALIYOR
Sahaf denince akıllara Beyazıt Sahaflar Çarşısı geliyor. Ama çarşıdaki dükkânların ders kitaplarına dönmesiyle sanki artık çok bir anlamı kalmadı. Bu durum için neler söylersiniz?
Beyazıt Sahaflar Çarşısı’nın merkez olma özelliği kalmadı. Beyoğlu Aslıhan Pasajı, Kadıköy’de Kafkas Pasajı diyebiliriz. Beyazıt, 1980’den sonra eğitim sisteminin sürekli değişip sınav ağırlıklı bir sisteme dönüşmesinden ve bu tarz kitapçılığın para kazandırmasından dolayı değişti, yelpazesini sınav/test/ders kitaplarına çevirdi. Sahafların eski özelliğinin kalmadığı söylenir, haklılık payı da var. Fakat bu biraz da dağına göre kar meselesi. 30-40 sene evvel sahaflara gelen insanlar Abdulbaki Gölpınarlı gibi Fuat Köprülü gibi insanlar. Bu insanların geldiği gittiği, âlimlerin geldiği yerlermiş. Âlimler azaldıkça nitelikli dükkânlar, arz edecek dükkânlar da azalıyor. Beyazıt’ın durumu yaşadığımız çağla bağlantılı. Şu an orada bal satılıyor, hediyelik eşya satılıyor. Çarşının ilgiyi kaybetmesinde teknolojinin de etkisi var. Öğrenci de akademisyen de aradığını internetten edinebiliyor, dijital kopyasını rahatça buluyor. O yüzden araştırmacının sahaflar çarşısından bir şey almasına ihtiyaç kalmadı.
“MÜTHİŞ KEYİF ALIYORUM”
Peki işiniz size ne hissettiriyor?
İşimden muazzam zevk alıyorum. Aldığım şeylerin izini sürmekten, bağlantılı başka şeylere ulaşmaktan müthiş keyif alıyorum. Mutluluk hissediyorum. Bunlarla alakalı bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Yazı yazıyorum, projelerim var. Bu yüzden mutluluğum uzun sürüyor. Bundan 5-6 sene evvel Beyoğlu’ndayken maddi zorluğa düştüm. O zamanla bu zamanki halimden çok farklı. Son zamanda aldıklarımın çoğunu piyasaya çıkarmadım. Şu an onları kendi keyfim için kullanabiliyorum. Bundaki avantajım emekli oldum, kira derdim yok. Bununla uğraşacak lüksüm var. 5 sene önce bununla uğraşamaz direkt nakite çevirmem gerekirdi.
“SAHAF OKUMAK ZORUNDADIR”
Sahaf okuyucu olmalı mıdır?
Sahaflık artık tanımlama olarak geniş bir noktaya geldi. Bizim camiada da sadece ticaretle uğraşan bir sürü insan var. Ama işini hakkıyla yapmak istiyorsan iyi bir okur olmak zorundasın. Ben kendimi “okur-satar” olarak tanımlıyorum. Bilmeden satamazsın. O yüzden sahaf okumak zorundadır. Geçmişten örnek verdim. Abdulbaki Gölpınarlı ile Raif Yelkenci arasında küslükle sonuçlanan bir Yunus Emre tartışması vardır. İkisinin çıkarttıkları Yunus Emre tasavvurları başkadır. Bir âlim ve sahafın tartışmasıdır bu. Gelen kitle öğrenciler, akademisyenler ve araştırmacılar olduğuna göre aslında onların taleplerine odaklanman dolayısıyla da pek çok alanda okuman, literatüre hâkim olman, en azından fikrinin olması lazım. İkinci bir grup daha var tabii: Orijinal, sıfır kitapların fiyatlarının yüksekliğinden dolayı ikinci el kitap almaya çalışan okurlar var. Bir yandan da onlara hitap etmeye çalışıyoruz.
“SAHAFLIK ÖĞREN ÖĞREN BİTMEYEN BİR DERYA”
Sahaf olmak isteyenlere neler söylersiniz?
Memlekette ham bir hayale sahip iki tip insan var: “Emekli olunca sahaf dükkânı açacağım.” ya da “Emekli olunca sahil kasabasına yerleşeceğim.” diyenler. Üzgünüm, bence ikisi de pek gerçekleşebilecek hayaller değil. Çünkü yukarıda da söyledim, bizim “usta” tabir ettiğimiz kişiler bu işe yirmi-yirmi beş yılını vermişler. Dolayısıyla gözünü karartıp zorlukları göze alıp erkenden başlamak gerek. Ben otuz beşimdeydim başladığımda, “Keşke on sene daha önce başlasaydım.” diyorum. Çünkü sahaflık öğren öğren bitmeyen bir derya. O yüzden bu işi yapmak isteyenin okur olma özelliğini kaybetmeden, ustalardan öğrenerek, erkenden başlaması gereken bir iş. Hatta çoğu ustamız gibi yere sereceğin bir yaygıya koyacağın kırk elli kitapla başlamalısın belki. Benim on iki yılın sonunda anladığım bu. Bir de şimdi fark ediyorum ve hatta utanıyorum, şimdiki aklım olsa dükkâna “sahaf” demez, kitabevi derdim. Tabelaya yazınca sahaf olmuyormuşsun. Bu işi hakkıyla yapmak isteyen dediğim gibi genç yaşından itibaren, işini tutkuyla severek, çok çalışarak, öğrenerek yapmalı. Yoksa sahaf değil ikinci el kitapçı olur, sınav kitabı satan insan olursun.
Yayımlayan