Yaylalarımız yaylalanamayanlarla dolu. Ne demek ki şimdi bu?
Yaylalarımız da insan kalmadı demek. Bu yıl iki ayı aşkın bir süre yayladaydım. Bol bol hatıra dinleme fırsatım oldu. Neler olmuş neler bitmiş neler varmış da artık yok. Sürekli karamsar şeyler yazmayı istemiyorum ama gördüklerim hissettiklerim maalesef beni böyle şeyleri yazmaya yöneltiyor. Bir takım bilinçaltı zorlaması gibi adeta. Evet caminin avlusunda otururken yaylacılarla, 86 yaşındaki Aziz Amca kulakları duymadığı için başlıyor sesli sesli hayıfanmaya.
“Oyyyy ne yabacağuk bilmem yorulmayirum da ama her tarafum ağuruyi (ağırıyor) ne edeceğum bilmem. Ey gidi eskiden ne adamlar vardi haburda (burada) hebisi gitti birer birer, eskiden kalabalukti buralar boş oba olmazdi yaylanun içinde sen bilmezsun da haburda iki yayla da 800-900 hayvan vardı. Herkes çayırıni sarardı başka sığırlar otlamasun diye. Şimdi adam kalmadi. Frahtiyalar¹ yıkıldi. Kimse gelubakmayi (gelip bakmıyor) obasini. (Karşıda bir evi gösterip) Hau obaya ya bak çadisi uçti da gelup da oğarmayiler² oni.”
Birkaç isim söyleyip onları tanıyıp tanımadığımı soruyor. Elbette tanımıyorum, hatta tanımam mümkün değil. Söylediği isimlerin birçoğu ben doğmadan önce vefat etmiş. Bana kimseyi de tanımıyorsun diyor hafiften sitem ediyor. Sesimi çıkarmadan dinliyorum. Anlıyorum ki zaman geçtikçe buranın da tadı iyice yavanlaşmış. Aziz Amca da buraları sevmese zaten 86 yaşında bir başına buralara gelmez. Buralara gelen herkesin bir hatırası var. Bazıları da hala yaylanın sürekli yağışlı havasından istifade etmek amacıyla hayvanlarıyla gelip 4-5 ay kalıyor. Hayvanlar için gezmek, gezerek otlamak büyük nimet buranın peyniri, sütü, tereyağı bulunmaz nimet. E tabii bu kadar az hayvandan ne kadar süt ürünü çıkar.
Gurbetçiler geldiklerinde bir şey almadan döndükleri de oluyor. Gurbetçiler demişken günübirlik gelip geri dönmekten ileri geçenlerin sayısı da iki elin parmaklarını geçmez. Kalanlar da zaten turistik kalıyor. Bu yaşlılarla bu yaylanın ne kadar daha devam edeceğini düşünüyorum. Düşünüyorum da bir yere varamıyorum. Yine yüzüm gülmüyor. Hayırlısı olsun diyor, içimde gördüklerim ve yaşadıklarımın burukluğuyla veda ediyorum yaylaya…
¹: Evlerin etrafındaki çit, merdek, sarılı yer.
²: Düzeltmek, onarmak, tamir etmek.
Yaylalanamıyoruz-2
Oksijenin az, şifanın, dermanın, refahın çok, ömrün uzun, hayatın sağlıklı, teknolojinin az olduğu yerden bana kalanlar serisinin ikinci yazısının giriş kısmına hoşsefageldiniz.
Bu coğrafyaların bir zamanlar vazgeçilmez mekânlarından olan yaylalar, yaylalarımız!
Bir zamanlar düzlüklerinde top koşturan çocukların, kahvaltı masalarında çokça kaşıkların olduğu yemeği az ama bereketi çok olan evlerin diyarında bana bir lahza gibi gelen vakitte yerlilerden aldığım tecrübe birikiminden size kısa bir kesit olsun bu yazı.
Anladığım kadarıyla yokluğun kıymetini bilmek ve verdiği o samimiyetle hareket etmek doğal insanı ortaya çıkarıyor. Yaylalarda su evlerin kapısına kadar gelmeden önce insanlar evlerinden kafega³ güğüm her ne varsa alır yaylanın içinde suyun kaynağı neresiyse oradan su alırmış, haliyle insanlar arasında iletişim olurmuş. Akşamları seyre⁴ giderken herkes biraz odun götürürmüş ya horon oynar ya da izlerlermiş. Gece yarısına kadar yaylanın düzünde kemençe sesi kaval sesi çınlarmış. İşte öyle günlerden geliyoruz ki ne seyire gidecek insan kaldı ne kemençe çalacakdogru dürüst bir adam. Öyle bir yalnızlık içinde kendi kendine kayboluyor yaylalar. Yayla olmasına rağmen her evde bir televizyon adeta gurbete giden insanların yerini doldurmaya çalışırmışçasına şenlik oluyor yaşlılara, yalnızlara…
Bu kadar sisin, kapalı havanın etkisinden mi bilmiyorum ama düşündüğüm zaman içimde bir karamsarlık oluşuyor. E tabii bir de dinlediklerim var. Yayla eşrafından kimse eski tadın olmadığını söylüyor. Anlatılanları kim dinlese aynı şeyi söyleyecektir.
İnsanlar eski şenlikleri, kalabalıkları istiyor. Gelmeyeceğini de biliyorlar ama bi yaşanmışlık var ya hani işte o sürekli özlediğini dile getirme çabası bundan zuhur ediyor. Şenlikler bir yana her yıl eksilmekte olan meskûn sabit kalsa ona bile şükredebilecek olduklarını gözlerinden okuyorsunuz. Eylül’de geçiyor hızla havalar soğuyor, yaylacılığın nihayete erdiğini haber veriyor yağan kar, bir dönem daha bitti bitiyor. Kapılar, pencereler kapanıyor. Bir yıl daha gökyüzüne yakın topraklardan yeryüzüne yakın topraklara göç başlıyor.
³: Genelde bakırdan yapılan köylerde su ısıtmasında kullanılan sürahi
⁴: Horon oynanan yer (Seyir)
Yaylalanamıyoruz-3
Yaylalarımız yaylalanamayanlarla dolu. Ne zaman vazgeçeceğiz bu tavrımızdan. Yüksek binalara olan aşkımız bize ne kadar daha muktedir olacak. Sayıyorum sayıyorum bu sene de iki elin parmağını geçmeyecek yaylacıların sayısı. Gittikçe kaybediyoruz bir kültürü. Köyde büyüyen her çocuk hayranlıkla okumaya gittiği şehirlerde amirlerinin altında ve yüksek katlı binaların dört duvarının arasında yaşamaya mahkûm oluyor. Yıllarca Çaykara’da esnaflık yapmış Aziz
Amca(son yazımızdan sonra eşi vefat etti, Allah rahmet eylesin) kışın şehirde dört duvar arasında can havliyle yaşıyor.
Yaz ayının gelip de havaların ısınmasını köyüne gidebilmek için beklerken, yetişen neslin içinde hep yüksek katlı binalardan medet umma hissi doğuyor. Eğitime karşı değilim bilakis 15 yıldır sıralarda oturmuş eğitim görüyorum. Sadece isteğim köylerin yaylaların boş kalmaması. İnsanın doğadan koparılması hislerimizin kaybolmasına sebep oluyor. Çok sevdiğim bir ağabeyimin bir sözü geldi yine aklıma, ‘’Toprak insansızlaştırılıyor, insan topraksızlaştırılıyor.’’ Aslında bütün yazının özeti bu. Bağlarımızdan koparılıyoruz bu yazdıklarım sadece Trabzon için geçerli değil zaten, aslında Ağrı da aynı şeyden muzdarip Mardin de Urfa da belki Bingöl de…
Gelelim bu yıla… Köyün yerlileri tabii ki yine yaylaya gidecek ama bu sayı yine gitgide azalarak devam edecek. Bu yıl da yayla vakti gelince ahırda darlandıkları için bağıracak sığırlar. Bu yıl da göçler kamyonetlere doldurulup gidecek yaylaya. Kamyonet kasalarında yolculuk yapılacak, otlar üzerinde bir sağa bir sola sallanılacak. Bacalar kara kara tütecek soğuk yayla günlerinde. Hepsi içten pazarlıklı bir temenni…
MAHMUT MÜRSEL KARAOĞLU
Yayımlayan