Bu hafta İskemle’ye “anlatsam mı, anlatmasam mı” ikileminde kaldığım bir kitapla geldim. Yapı Kredi Yayınları’na ait Esin Talu çevirisiyle okuduğum Amin Maalouf’un Doğunun Limanları kitabı, bana bir roman için çok kısa geldi. Toplamda 167 sayfa ve karakterler yaşananlara rağmen yüzeysel, hisleriyle yer yer basit hatta kurgu aceleye gelmiş gibi. Olayların yaşanması ışık hızında fakat bunlara rağmen beni derinden etkilemeyi başardı ki “okunsun” dediğim kitaplar arasına girdi.
Şimdi düşününce anlıyorum ki beni etkileyen kusursuz bir kurgu, akıl almaz olaylar yahut doludizgin bir aşk değil, savaş yıllarını anlatıyor olması. Çünkü içinde savaşın izlerini barındıran kitaplar okurken savaşların din, dil, ırk fark etmeksizin insan hayatına ne denli zarar verdiğine şahit olmak düşüyor payımıza, yazarımız bunu derinden hissettirmese de. Yaşamadığımız bir acının, çekmediğimiz sancının dışarıdan seyredeni olmak yaşayanı olmak kadar zor. Zor çünkü savaşlar tek bir insan yüzünden çıkmadığı gibi acısını tek bir insan çekmez. Zor çünkü her insan her acıdan er ya da geç payına düşeni alır.
Osmanlı Toprakları, Lübnan dağları, Paris’te bir otel odası, Adana, Filistin ve işgal edilen toprakları üzerinde kurulmaya çalışan yeni bir devl… Bu kitapta neler var sorusunun üç nokta ile biten bir cevabı. Elbette devlet kelimesinin tamamlanamaması Filistin toprakları üzerindeki işgalcileri devlet olarak kabul etmeyişimdendir. Kitapta birçok şehir ve ülke anlatılıyor. Bazen sadece adları geçiyor ve olaylar bir stüdyoda yaşanıyor hissi veriyor. 167 sayfaya bu kadar şehir sığdırılmaya çalışınca ancak bu kadar oluyor demek ki.
Peki kitapta başka neler var da bunca okuyucuyu kendine hayran bırakmış ve kitap hakkında olumsuz yorum çok az, bir bakalım. Doğunun hüznü var en çok. Orta Doğu’nun acıyla yoğrulmuş, kana bulanmış kaderi var, savaş var, savaş yüzünden çekilen acıları hissettirmek gibi bir yönü var. İşgalle çizilen birtakım sınırlar, sınırın ötesinde ya da gerisinde kalmalar ve bu anlarda dini ve dili ne olursa olsun tüm ideolojik nefretleri bir kenara bırakıp, hümanist olmaya zorlayan bir yönü var kitabın. Zihnen ve bedenen yıpranmalar, birbirinin aynısı günler, kapanması zor yaralar, beklemekle geçen belki de yarım kalan hayatlar var…
‘’Aşk ilk günkü gibi kalabilir, heyecan da öyle. Aylar da geçse yıllar da geçse hayat insana bıkkınlık verecek kadar uzun değildir.’’ Kahramanın diliyle böyle diyor kitabında Maalouf. Kolaylık çağında aşkı ilk günkü kadar diri tutmak mümkün cümlesi, heyecanını kazanamadan yitirmiş bir nesil için oldukça kof. Yaşamak eylemini altın tepsiyle sunduğumuz, henüz okul yıllarında hemen her şeyden bıkan çocuklarımıza ise ‘’hayatın insana bıkkınlık verecek kadar uzun olmadığını anlatmak’’ kolay olmayacak… Sürükleyici bir kitap arayışında olanlar ya da okuma alışkanlığı kazanmak isteyenler için naçizane tavsiyemdir.
Not: Amine yazısına başlık bulamadığını ifade edince biz de metin üzerinde oynama yapmaya kıyamadık ve aynı şekilde yayınladık. 🙂
Yeniden merhaba sevgili iskemle severler. Biz bir müddet kendimizi dinledik, biraz sanatı biraz da şehrin…
Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği (TDED) tarafından iki ayda bir yayımlanan Olağan Şiir’in 41. sayısı (Kasım-Aralık…
Bu ay, edebiyatseverler için önerilerimiz, geçmişin anılarına, toplumların farklı dönemlerde yaşadığı zorluklara ve bireylerin içsel…
Bin kez daha kolay, daha olanaklı geçirmek bir iğne deliğinden bir kocaman fili, balık avlamak…
Devlet Tiyatroları'ndan yapılan açıklamaya göre, 9-17 Kasım'ı kapsayan ara tatil döneminde, Türkiye genelinde 13 ilde, 10 yerleşik…
Yatağında uyudu Bir daha uyanamadı Yatağı kabri oldu Odasının tavanının altında bir kabir Tavan bir…